Gökyüzüne doğru açtı
kollarını biçare adam.
Yüzüne düşen damlaları intikam almak istercesine ardı sıra
fakat acıtmadan geliyordu. Zaten hep öyle gelirlerdi. İntikam almak istercesine
fakat acıtmadan… Dokunarak ruhuna ancak bir parça kopartarak kalbinden,
işleyerek iliklerine ancak hissettirmeden teninde ve damarlarından süzülerek…
Hep öyle gelirlerdi işte. Gideceklerini haykıra haykıra, sessizce ve gizlice
gelirlerdi… Öyle bir gelirler ki sen “bir pislik” anlamazsın o gelişleri,
hissedemezsin nefeslerini, duyamazsın seslerini ve göremezsin o muhteşem
bedenlerinin etrafa saçtığı parıltıyı. İçine gömüldüğün o melankolik düşünceler
mi kör etti seni? Ya da hiçbir zaman bulamayacağın o destansı aşkın
imkânsızlığı mı? Her gün bir adım yaklaştığın ölümün korkusu mu yoksa
uzaklaştığın hayallerinin gölgesi mi? Neydi seni kör eden böylesine? Terk edip
giderlerken görmezlikten geldiğin o gurur bilmem nesi sarmasın bedenini. Bırak
benliğin akıtsın gözyaşlarınla günahını ve serpsin içine bir damla su… Ama sen
“bir pislik”, ağlamayı ne de çok severdin. Güneşli bir günde gökyüzüne ağlar,
yağmurlu bir günde yağmur damlalarına, rüzgârın öfkesine, denizin o sert
tokadına, sineğin uçuşuna, bir bebeğin düşüşüne ve daha ne denli amaçsız
hikâyelere ağlardın. Sanırdın ki ağladıkça çözüme kavuşacak bu bilmece, gecenin
rengi daha bir berrak gündüz ise daha bir parlak olacak… Ağlamayı kendine amaç,
hayatı araç edinirken düşünmedin mi kendini? Dibine kadar batarken bir damla
bile süzülmedi mi gözlerinden? Hatayı başkasında ararken dönüp bakmadın mı o
eski kırık aynana? Sıvası dökülmüş dört duvarının arasında gıcırdayan sandalyen
hatırlatmadı mı sana yaptıklarını? Hiçbir zaman selam vermeyen komşuların
düşündürmedi mi seni? Sen “bir pislik”, hak etmedin mi tüm bunları? Yapmak
isteyip de yapamadıklarını düşündün yapabileceklerini tartmadan. Ani bir
kararla kaleleri yıktın. Kendi elinle kurduğun o mükemmel(!) hayatı yine kendi
elinle yerle bir ettin. Sırtını döndün ani bir öfkeyle mutluluğuna belki en
yakınında… Bir kapı arkasına bıraktın son çaresinin sen olacağını düşünmeden.
Ve sen “bir pislik” ne yaptın ki ne bekledin hayattan? Akıttığın iki damla
gözyaşlarını kendine kalkan edindin. Oysa ne bir değerin vardı ne de bir
ederin… Derme çatma hayallerin vardı hiçbir zaman tutunamayacağın, bir de
taştan kalbin. Ne sevmeyi bildin ne de sevilmeyi. O iğne deliğinden baktığın
hayatın büyük bir buhranın yansıması, hazin bir hüsranın kırıntısı olduğunu
göremedin… İşte şimdi ellerini açtığın o gökyüzü bile nefretini kusuyor
üzerine. O bile gitmek istiyor, geceyi sabah etmeden… Çünkü sen “bir pislik”
tek başına geldiğin bu dünyadan bir iz bile bırakmadan gitmeliydin. Sen ne yaz
saatiydin, ne de kış… Ne ilerideydin ne de geride… Sağın solun yoktu senin.
Duyguların plastik, kalbin ise buzdandı; hemen eriyiverdi. Kim olduğunu
sorgulamadın bile! Ama yine de var oldun sen “bir pislik”.
1 yorum:
Kendimi tam 'bir pislik' gibi hissettim!
Yorum Gönder