12 Nisan 2013 Cuma

Üzgünüz Çünkü...

“Üzgünüz çünkü” diye bağırdı yaşlı profesör. Titreyen elleri senelerin gazabına yenik düşmüş, buruş buruş teni yaşanmışlığın darbesiyle solmuştu. Son kez çıktığı kürsüden sesleniyordu… Gözleri kısık ancak bakışları keskindi. Kamburu çıkmış ancak gururu dimdikti. Onlarca yılın verdiği yükün altında kalan bedeni son bir direniş için değil üzüntüsünü dile getirmek için sağlam duruyordu. Titreyen elini kürsüye koydu ve tekrar bağırdı. “Üzgünüz çünkü…” Cümlesini devam ettirmek için ihtiyacı olduğu gücü derin bir nefes alarak sağladı. Kendisine meraklı gözlerle bakan onlarca genç insana mahcup olmamayı değil kendisine mahcup olmamayı diledi ve tekrar seslendi. “Üzgünüz çünkü göremedik zamanın akıp gittiğini. Bilemedik elimizde olan bir saniyenin bile değerli olduğunu ve saliselerin bile geri alınamayacağını. Ömrümüzü tükettik bir hiç uğruna, gençliğimizi verdik şu tahta oturaklara… Ne geceleri çürüttük elde edeceğimizin sıfır olacağını bile bile ve ne gözyaşları döktük bir parça mutluluk uğruna. Mutluluğu hep dışarıda aradık sanki yanı başımızda değilmişçesine. Hep başkalarına suç bulduk bizi mutlu etmediler diye. Aşık da olduk, aşık olunan da… Kalbimiz de kırıldı, kalplerini kırdığımız da… Sonra biri çıktı karşımıza şöyle tam kafamıza göre dedik ve bir hayalin peşine takıldık. Hayal bizden kaçtı, biz hayale koşmaktan bıktık. Yapmak istediklerimiz hep dilde kaldı da bir adım atamaz olduk. Kabullendik içinde bulunduğumuz durumu vazgeçtik savaştan. Olmayı hayal ettiğimiz kişi bir yabancı oluverdi bir anda ve bir daha çıkmadı karşımıza. Belki de korktuk hayallerimizden. Öyle büyük değillerdi ama hayallerdi işte. Belki de gerçekleşmesini istememeyi hayal ettik hep. Belki de bizim hayalimiz bir hayalimizin olmasıydı da bilemedik ne istediğimizi. Bir ip geçirdik boynumuza kısıtladık kendimizi. Sınırlar çizdik başka hayatlarla aramıza. Zaman geçtikçe sınırları çoğalttık şu kısa ömrümüzde. Ön yargılarımız oldu aniden ve hüküm giymeye/giydirmeye başladık bir anda. Üç kuruşluk nefesimizi bir başkasının nefesinden değerli kıldık. Egolarımızı doğurduk hiç beklemediğimiz anda. Mutluluklarımızın önümüze geçmesine izin verdik. Etrafımızdaki kalabalığı egolarımızla yıkarken sonumuzu hiç düşünemedik. Elimizde neyin kalacağını bilemeden harcadık gitti şu ucuz ömrü. Ne sevmeyi bildik zamanı ne de zamanın bizi sevmesini… Üzgünüz çünkü uyumayı çok sevdik biz. O sıcacık yatağımızda vakit öldürmeyi, giden günü umursamamayı çok sevdik… Sanki istediğimiz anda geri kazanacağımızı düşünerek… Boş umutlar, boş hayaller, boş bir ömür… Gittikçe kırışan bir ten, gittikçe çöken bir beden ve işte hasretler içinde bir ruh. Geriye kalan zaman artık geride kalanı getirmeyecek aksine olanı da götürecek… Üzgünüz çünkü kırdığımız kalplerden özür dilemek için bile bir adım atmadık. Üzgünüz çünkü kırdığımız kalplerden özür dilemek için bile çok geç…” dedi ve kürsüden indi… 

Hiç yorum yok: