Nicelerine sarıldım tanıdık bir kokuyu almak. Adını pek çok
kez karıştırdığım tarifi meçhul o hissiyatların güneş kadar parlak olduğunu
görmek istedim de gece kadar karanlık, okyanus kadar uçsuz bucaksız olacağını
bilemedim. Gördüğüm gözlerin bir öncekilerden farklı olduğunu düşünerek kırdığım
o devasa duvarlar üzerime çökerken bir bir altında ezilen yine bendim. Kalbini açtığın
bir ruha sığınabileceğini düşünen ben, gözlerim açıkken bile dünya düzenine
yenik düştüm. Bozguna uğrayan bir ruhtan öte bozguna uğrayan o meçhul
hissiyatlar şimdi nerdeler? Bilinçsizce girdiğim savaşın mağlubu olmaksa
istikbalim, hayallerimin nasıl gerçeğe dönüşmeyeceğini görmekse hedefim aldığım
her nefesin borcunu ödemek de mecburiyetim oldu. Yüzümde beliren her gülümsenin
ardına saklı gerçekler sadece sözde kaldı aniden. Kimsenin umursamadığı o
bestenin ardında yatan sıradanlığı kırıp geçmek için ne de çaba harcadılar
oysaki! Gerçeği görmek belki bir hakaret belki bir bıçak gibi saplandı o meçhul
hissiyatların üzerine. ‘Gülümseyişlerin bir nedeni vardı’ dedi dünya. Dünyaya bakıp
da ‘bir nedeni yok’ dememek için inşa ettiğim duvarlar dayanamadı sonunda. Benim
bahçem hep yeşil, güneşim daha parlak, gökyüzüm daha aydınlık, suyum daha
berrak, gündüzüm daha dertsiz değildi. İçimde birikenler düşüncelerimden sızıp
giderken, dilime vurduğum gemler bir başkasının dilinden dökülüverdi hemen. Kurulan
her cümlenin arkası karanlık bir tenha, önü ise dipsiz bir kuyuydu. Derdinden bahsettiğinde
gittikçe büyüyen buhranın yarattığı kuyu. İçine kapandıkça kırmamak için
çevrendekileri, ucu karanlığa gömülen
kuyu. Duygularının yok sayıldığı, kişiliğinin kaybolduğu kuyu… Allah’ın belası
bir kuyu işte! Attığın her adımı açıklayamadığın için dibe doğru devam eden o
kuyunun ucunda da bir ben. Yüzümdeki gülümsemeyi kaybettiğim zamanlarda üzerime
kapanan kapılar ardında kalan da ben. Yapmadıklarımı yaptığım düşünülen de ben.
Arsız ve bencil olan da ben… Peki, neden ben? Olduğum insanı görmek miydi sorun
yoksa görmek istediklerini göstermemek mi? Kurduğum cümlelerin masumiyetine
tecavüz ettiklerinde sessizce ağlayan bir yüreği avutmaya çalışırken gizli
gizli, sahte saadeti mi sermeliydim ortaya? Uyandığım her sabahın hayallerimden
kaçtığını görerek büyüyebilir miydim? İçimi sıkan düşüncelerle yaşamayı
öğrenmeye çalışırken hayatın olduğundan daha az net olmasına üzüldüm de bu mu
acıttı hissiyatları? Andan zevk almamak kasti yapılmış bir meziyet değilken
üstelik art niyet ise düşünülemezdi. Ama canın sağ olsun çocuk. Yüzündeki kızarıklığı
gördüm. Söylediklerin her gün mırıldandığım bir ezgi… Unutmamak için değil de
bir gün olur da sözleri karıştırırım diye. Hiç söylenmemiş gibi… Ne de olsa
dosttan öte, dosttan ziyade…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder