11 Ağustos 2014 Pazartesi

"Ölümsüz Sevgili"



Beethoven'ın kavuşamadığı ölümsüz sevgilisi gibi...

Önünde duran boş bardaklara baktı kadın. İçinde unutamadığı anılarla örülmüş, biraz katılaşmış, biraz kendinden geçmiş, biraz da umutsuz... Hüzünler bir gözyaşı kadar umursamazca dökülüyordu gözlerinden. Kalbinde bir kırgınlık yoktu hiçbir zaman. Sevgiliye duyulan bir özlem iliklerinden daha derine doğru, daha dibe, belki de ruhuna doğru. Doğru ve yanlışları yoktu önünde. Doğrusu yoktu çünkü bunun, olamazdı. Başını geriye doğru attı eski sandalyesinden. Bir dilek diledi belki bir yıldız kayar da olur diye... Söylemek isteyip de söyleyemediği cümleler aslında hiç yoktu. Aslında hiç olmamış bir yanılsamaydı kelimeleri. O artık yoktu, belki de hiç olmamıştı. Düşünceleri dağınık bir çöplük, düşünceleri kimsesiz küçük bir çocuk gibi ağlıyordu kaldırım köşelerinde. Neydi derdi, neydi onu böylesine bitiren? Harfler bir araya gelip de tercüman olmak ister miydi derdine? Belki konuşsa, otursa karşısına da anlatsa ruhunu, açsa kalbinin en kokuşmuş köşelerini, seçseler birlikte tozlanmamış karanfilleri, gülleri atsalar kenara ki "ölümsüz sevgili" sevmez gülleri. Gözyaşlarını sildi genç kadın. Masada duran eski defteri aldı. Ne zamandır tutmadığı bir günlük gibi yazdı, yazacağını düşündü. Beyni adeta bir ketum gibi küsmüştü ona. Önce biraz durdu. Aklının içinde koşturan kelimeleri bir araya toparlamaya çalıştı. Bu belki de günlerini alacaktı. Bir şey lazımdı ona. Bir ışık, bir ses, bir nefes, bir ilham. Yeniden buğulanan gözlerini silmeye kalkışmadı bile. Başını kaldırdı usulca. Önünde duran sandalyeye baktı. İşte ilham oradaydı. Sandalyenin üzerine oturmuş, süzülüyor... Elinde sigarası, önce gülümsüyor yavaştan, başını sallıyor sağa doğru, derken dudakları kapanıyor hınzır bir çocuk edasıyla, yanağında beliriyor gamzesi ve yanaklarının tepesinde beliriyor kızarıklar... Kadın siluete baktı. Bir kez dokunabilmenin, bir kez daha koklayabilmenin özlemini duydu herbir hücresinde. Eline aldı kalemi, belki de son kez görüyordu "ölümsüz sevgili". Belki de tamamen gitmişti hayatından, düşünmedi.

Ölümsüz Sevgiliye,

İnsanın en büyük hatası nedir "ölümsüz sevgili"? Dünya, bizi içine hapseden bir kutu sanırdım seni tanımadan önce. Kaçış yolu ölüm derler ama ruh ölmez, ruh kaçamaz, ruh susamaz, ruh konuşamaz. Ruhum artık hissetmiyor dünyayı, hissetmek istemiyor belki de. İnsan yaşadığı onca güzel anıdan sonra gülemiyor hayata. Anıları yeniden yaşamak için kapatıyorum gözlerimi, derin bir nefes alıyorum önce, yok olmuyor yine. Seni görüyorum bana gülümserken en yeşil halinle, elimi atıyorum sol tarafıma, kalbim çok hızlı çarparken gittiğin aklıma geliyor, bir ok saplanıyor ne beynime ne de kalbime... Tam ruhuma. O kaçamıyor çaresizlikten, o kaçamıyor yokluğundan bir türlü. Nereye gitse her yerde senin yokluğun. Her şarkıda, her yemekte, her gündüzde, her gecede... Bilseydim zaman bu kadar kısıtlı, her şey böylesine hızla tükenecek; ağzımdan düşürmezdim seni sevdiğimi anlatan kelimeleri. Belki gidişin daha yavaş olur ama bilirim ki acısı değişmez. Şimdi ben bu hayatın neresinde kaldım da kimliğim bir "hiçe" dönüştü diye sormuyorum. Yaptığım hatanın ne olduğunu fark ettim. Susuyorum, söyleyecek bir kelimem bile yok çünkü biliyorum hiçbir şey değişmeyecek. Şimdi aklın ve mantığın kabul etmeyecek belki ama sadece bil "ölümsüz sevgili". Hayatımda ilk kez biri için varlığımdan vaz geçmeyi göze aldım. Belki de tüm tabuları yıkıp geçerken hiç olmaz dediklerimi düşünmedim. Yerin, bende sahip olduğun yerin tüm benliğimde baş köşede. Gözünden düşen bir damla gözyaşını keşke tutabilsem, öpüp koklayabilsem şimdi. Keşke zamanı biraz geriye sarıp kendime bir tokat patlatabilsem, düşünmeyen beynime defalarca kez vurup, düşün! Diye bağırabilsem... Keşkelerim olmasa keşke... Küçükken hayalini kurduğum hiçbir şeyi istemiyorum artık. Anladım ki insan maneviyata ihtiyaç duyarmış, insan huzuru bulduğu kokuya ihtiyaç duyarmış... Şimdi senin parfümün belki de her yerde, hiçbiri senin gibi kokmuyor... Anladım ki insan senin yokluğuna dayanmıyor. Şimdi ben de herkes gibiyim. Herkesten biraz fazla belki de. Biraz daha fazla nefret ve öfke duygusuyla adım yankılanıyor dudaklarının arasından. Belki de ağzına bile almak istemiyorsun artık o adı.
"Ölümsüz sevgili", insanın en büyük hatası nedir ben de bilmiyorum ama benim hatamı biliyorum. Bunu her gün bileceğim. Yazdığım her bir kelime bu hatayla lanetlenecek ve ben o kedileriyle yaşayan yaşlı bir teyze bile olmayacağım artık. Onların hepsi seninleyken güzel. Her yıldız kaymasında ne dileyeceğim diye kafam karışmayacak artık. Tek bir dileğim var. Bu aralar daha fazla dua ediyorum, nedendir bilinmez kabul olmuyorlar. Daha neler yazmak isterim aslında satırlar arasına. Ama olmuyor işte dile gelmiyor. Söz konusu sen olunca nutkum tutuluyor, boğazım düğümleniyor, sol yanım acıyor. Keşke her şeye en başından başlama şansım olsa... Keşke bunlar bir kabusun parçası olsa da adını sayıkladığım her an beni uyandırman için bir çığlık olsa... Oysa çığlık atabilseydim eğer onun bile kafası karışık çıkardı. Biliyorum, bu cevapsız bir mektup olacak... Belki de buruşturulup çöpe atılacak yahut kimse okumayacak, sen okumayacaksın, cümleler manasız, kelimeler boş olacak. Ve benim içinse her gün ayın dokuzu olacak, senin de dediğin gibi...


Kağıdı ve kalemi bıraktı olduğu yere genç kadın. Bir süre öylece baktı boşluğa. Boşluk hiç dolmadı. Biliyordu artık dolmayacaktı da. Son bir şans dilemedi artık. Hakkı yoktu buna. Aslında hiçbir şeye hakkı yoktu, ölmeye bile...

Hiç yorum yok: