Beethoven'ın
kavuşamadığı ölümsüz sevgilisi gibi...
Önünde
duran boş bardaklara baktı kadın. İçinde unutamadığı anılarla
örülmüş, biraz katılaşmış, biraz kendinden geçmiş, biraz da
umutsuz... Hüzünler bir gözyaşı kadar umursamazca dökülüyordu
gözlerinden. Kalbinde bir kırgınlık yoktu hiçbir zaman.
Sevgiliye duyulan bir özlem iliklerinden daha derine doğru, daha
dibe, belki de ruhuna doğru. Doğru ve yanlışları yoktu önünde.
Doğrusu yoktu çünkü bunun, olamazdı. Başını geriye doğru
attı eski sandalyesinden. Bir dilek diledi belki bir yıldız kayar
da olur diye... Söylemek isteyip de söyleyemediği cümleler
aslında hiç yoktu. Aslında hiç olmamış bir yanılsamaydı
kelimeleri. O artık yoktu, belki de hiç olmamıştı. Düşünceleri
dağınık bir çöplük, düşünceleri kimsesiz küçük bir çocuk
gibi ağlıyordu kaldırım köşelerinde. Neydi derdi, neydi onu
böylesine bitiren? Harfler bir araya gelip de tercüman olmak ister
miydi derdine? Belki konuşsa, otursa karşısına da anlatsa ruhunu,
açsa kalbinin en kokuşmuş köşelerini, seçseler birlikte
tozlanmamış karanfilleri, gülleri atsalar kenara ki "ölümsüz
sevgili" sevmez gülleri. Gözyaşlarını sildi genç kadın.
Masada duran eski defteri aldı. Ne zamandır tutmadığı bir günlük
gibi yazdı, yazacağını düşündü. Beyni adeta bir ketum gibi
küsmüştü ona. Önce biraz durdu. Aklının içinde koşturan
kelimeleri bir araya toparlamaya çalıştı. Bu belki de günlerini
alacaktı. Bir şey lazımdı ona. Bir ışık, bir ses, bir nefes,
bir ilham. Yeniden buğulanan gözlerini silmeye kalkışmadı bile.
Başını kaldırdı usulca. Önünde duran sandalyeye baktı. İşte
ilham oradaydı. Sandalyenin üzerine oturmuş, süzülüyor...
Elinde sigarası, önce gülümsüyor yavaştan, başını sallıyor
sağa doğru, derken dudakları kapanıyor hınzır bir çocuk
edasıyla, yanağında beliriyor gamzesi ve yanaklarının tepesinde
beliriyor kızarıklar... Kadın siluete baktı. Bir kez
dokunabilmenin, bir kez daha koklayabilmenin özlemini duydu herbir
hücresinde. Eline aldı kalemi, belki de son kez görüyordu
"ölümsüz sevgili". Belki de tamamen gitmişti
hayatından, düşünmedi.
Ölümsüz Sevgiliye,
İnsanın en büyük
hatası nedir "ölümsüz sevgili"? Dünya, bizi içine
hapseden bir kutu sanırdım seni tanımadan önce. Kaçış yolu
ölüm derler ama ruh ölmez, ruh kaçamaz, ruh susamaz, ruh
konuşamaz. Ruhum artık hissetmiyor dünyayı, hissetmek istemiyor
belki de. İnsan yaşadığı onca güzel anıdan sonra gülemiyor
hayata. Anıları yeniden yaşamak için kapatıyorum gözlerimi,
derin bir nefes alıyorum önce, yok olmuyor yine. Seni görüyorum
bana gülümserken en yeşil halinle, elimi atıyorum sol tarafıma,
kalbim çok hızlı çarparken gittiğin aklıma geliyor, bir ok
saplanıyor ne beynime ne de kalbime... Tam ruhuma. O kaçamıyor
çaresizlikten, o kaçamıyor yokluğundan bir türlü. Nereye gitse
her yerde senin yokluğun. Her şarkıda, her yemekte, her gündüzde,
her gecede... Bilseydim zaman bu kadar kısıtlı, her şey böylesine
hızla tükenecek; ağzımdan düşürmezdim seni sevdiğimi anlatan
kelimeleri. Belki gidişin daha yavaş olur ama bilirim ki acısı
değişmez. Şimdi ben bu hayatın neresinde kaldım da kimliğim bir
"hiçe" dönüştü diye sormuyorum. Yaptığım hatanın
ne olduğunu fark ettim. Susuyorum, söyleyecek bir kelimem bile yok
çünkü biliyorum hiçbir şey değişmeyecek. Şimdi aklın ve
mantığın kabul etmeyecek belki ama sadece bil "ölümsüz
sevgili". Hayatımda ilk kez biri için varlığımdan vaz
geçmeyi göze aldım. Belki de tüm tabuları yıkıp geçerken hiç
olmaz dediklerimi düşünmedim. Yerin, bende sahip olduğun yerin
tüm benliğimde baş köşede. Gözünden düşen bir damla
gözyaşını keşke tutabilsem, öpüp koklayabilsem şimdi. Keşke
zamanı biraz geriye sarıp kendime bir tokat patlatabilsem,
düşünmeyen beynime defalarca kez vurup, düşün! Diye
bağırabilsem... Keşkelerim olmasa keşke... Küçükken hayalini
kurduğum hiçbir şeyi istemiyorum artık. Anladım ki insan
maneviyata ihtiyaç duyarmış, insan huzuru bulduğu kokuya ihtiyaç
duyarmış... Şimdi senin parfümün belki de her yerde, hiçbiri
senin gibi kokmuyor... Anladım ki insan senin yokluğuna dayanmıyor.
Şimdi ben de herkes gibiyim. Herkesten biraz fazla belki de. Biraz
daha fazla nefret ve öfke duygusuyla adım yankılanıyor
dudaklarının arasından. Belki de ağzına bile almak istemiyorsun
artık o adı.
"Ölümsüz
sevgili", insanın en büyük hatası nedir ben de bilmiyorum
ama benim hatamı biliyorum. Bunu her gün bileceğim. Yazdığım
her bir kelime bu hatayla lanetlenecek ve ben o kedileriyle yaşayan
yaşlı bir teyze bile olmayacağım artık. Onların hepsi
seninleyken güzel. Her yıldız kaymasında ne dileyeceğim diye
kafam karışmayacak artık. Tek bir dileğim var. Bu aralar daha
fazla dua ediyorum, nedendir bilinmez kabul olmuyorlar. Daha neler
yazmak isterim aslında satırlar arasına. Ama olmuyor işte dile
gelmiyor. Söz konusu sen olunca nutkum tutuluyor, boğazım
düğümleniyor, sol yanım acıyor. Keşke her şeye en başından
başlama şansım olsa... Keşke bunlar bir kabusun parçası olsa da
adını sayıkladığım her an beni uyandırman için bir çığlık
olsa... Oysa çığlık atabilseydim eğer onun bile kafası karışık
çıkardı. Biliyorum, bu cevapsız bir mektup olacak... Belki de
buruşturulup çöpe atılacak yahut kimse okumayacak, sen
okumayacaksın, cümleler manasız, kelimeler boş olacak. Ve benim
içinse her gün ayın dokuzu olacak, senin de dediğin gibi...
Kağıdı
ve kalemi bıraktı olduğu yere genç kadın. Bir süre öylece
baktı boşluğa. Boşluk hiç dolmadı. Biliyordu artık
dolmayacaktı da. Son bir şans dilemedi artık. Hakkı yoktu buna.
Aslında hiçbir şeye hakkı yoktu, ölmeye bile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder