Eski bir valiz duruyordu yerleri ıslak, lambaları sönük,
çöpleri kokan sokakta… Valizin içi büyük, dünyanın her türlü pisliğini içine
alıp gömecekmişçesine güçlüydü. Derinlere sakladığı her bir parçayı ölesiye
gömüyor, yıllar sonra bile hatıralarına saygıyla bakabiliyordu. Yanından gelip
geçenler için sıradan bir valizdi. Kırmızı bezden yapılan, tekerlekleri
yolların zorluğuyla aşınmış, bir yanı kırık, yara bere içinde bir valiz… İçi
kocaman olsa da sürekli dökülen, eline alanın lanet ettiği bir valiz… Sokağın
ortasına bırakılmış, yağan yağmurdan bile kaçamayacak kadar aciz bir valiz…
Kimsenin sahip olmak istemediği, sahip olanların da memnun kalmadığı valiz…
Neydi valizi bu kadar itici yapan bilmiyordu. Kendini sorgulayamıyor,
sorgulamaya başladığında uçsuz bucaksız okyanusta yüzme bile bilmeden kalıveriyor,
boğuluyor, boğuluyor ancak ölmüyordu. Akılsız haliyle akla yatkın cümleler
kurmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Valizdi sonuçta. İnsanların gözünde
çilesi fazla bir yük, sahip olmamak için kaçındıkları bir objeydi. Mecburiyetten
de olmasa kimsenin tozlu çatı katlarından yahut gizli köşelerinden
çıkmayacaktı. Aslında kimsenin ona ihtiyacı yoktu. Başlarda o da öyle
düşünüyordu ancak zamanla varlığından şüphe ediyordu. Onlarcasının arasından
seçilip, değere kavuşacağı günü beklerken biri çıktı köhne kalabalığın içinden.
Elini uzattı valize doğru. Valiz önce çekindi ona yaklaşmaktan. Zamanla kendini
vermişti bu yabancıya. Eğer yüzü olsaydı valizin, gülümser ve utanırdı halinden.
Özenle evine götürdü valizi. Hemen atmamıştı tozlu dolabın üzerine onu. Bir süre
beraber vakit geçirdi valizle, valiz mutlu, valiz huzur dolu, valiz şaşkın
olanlara… Kendini ilk kez böylesine işe yarar, ilk kez böylesine canlı ve
böylesine var hissediyordu. Zamanın hiçbir zaman tükenmeyeceğini sanırken güneş
doğuyordu. Gökyüzü öylesine parlak ve saftı ki valiz bile sevinçle süzülüyordu
sokaklarda. Peşinden sürüklendiği kişiye duyduğu sevgiyi tarif edemezdi. Etmeye
çalışsa kelimeler yetmez, cümleler bile taşıyamazdı anlamlarını. Mutluluk hemen
yanı başında ruhunun içindeydi. Günler günleri kovalarken valiz için her şey tozpembe
geliyordu. Güneş her gün doğuyor, gökyüzü her gün parlıyor ve hiçbir yere kış
gelmiyordu. Mevsimler her zaman ilkbahar, radyoda çalan her şarkı en sevdiğiydi…
Zaman insanı kandırabilecek şeytan ama çok güzel bir kızdı adeta. Öyle de
olmuştu. İnsanı bile kandırabilen zaman valizin canına okumuştu. Her gün
doğduğu sandığı güneşin bir gün batacağını hiç düşünmemişti. Tüm yolları
birlikte açacağını düşündüğü o aradığı insanın daime yanında olacağını
sanmıştı. Gözlerini kapattı. Tekrar açtığında ise yerleri ıslak, lambaları
sönük, çöpleri kokan bir sokakta duruyordu. Tepesinden aşağı düşen yağmurlar
olsaydı eğer gözyaşlarına karışırdı. Olsaydı eğer hıçkırıkları geceye uzanan
günün sesine karışırdı. Olsaydı eğer kalbi kırılırdı. Belki de kırılmıştı,
konuşabilseydi eğer…
1 yorum:
Fazla kitap okuyan bir insan degilimdir ama çok begendim başlangıç ve sonu mukemmel baglanmis
Yorum Gönder