16 Şubat 2014 Pazar

Valiz

Eski bir valiz duruyordu yerleri ıslak, lambaları sönük, çöpleri kokan sokakta… Valizin içi büyük, dünyanın her türlü pisliğini içine alıp gömecekmişçesine güçlüydü. Derinlere sakladığı her bir parçayı ölesiye gömüyor, yıllar sonra bile hatıralarına saygıyla bakabiliyordu. Yanından gelip geçenler için sıradan bir valizdi. Kırmızı bezden yapılan, tekerlekleri yolların zorluğuyla aşınmış, bir yanı kırık, yara bere içinde bir valiz… İçi kocaman olsa da sürekli dökülen, eline alanın lanet ettiği bir valiz… Sokağın ortasına bırakılmış, yağan yağmurdan bile kaçamayacak kadar aciz bir valiz… Kimsenin sahip olmak istemediği, sahip olanların da memnun kalmadığı valiz… Neydi valizi bu kadar itici yapan bilmiyordu. Kendini sorgulayamıyor, sorgulamaya başladığında uçsuz bucaksız okyanusta yüzme bile bilmeden kalıveriyor, boğuluyor, boğuluyor ancak ölmüyordu. Akılsız haliyle akla yatkın cümleler kurmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Valizdi sonuçta. İnsanların gözünde çilesi fazla bir yük, sahip olmamak için kaçındıkları bir objeydi. Mecburiyetten de olmasa kimsenin tozlu çatı katlarından yahut gizli köşelerinden çıkmayacaktı. Aslında kimsenin ona ihtiyacı yoktu. Başlarda o da öyle düşünüyordu ancak zamanla varlığından şüphe ediyordu. Onlarcasının arasından seçilip, değere kavuşacağı günü beklerken biri çıktı köhne kalabalığın içinden. Elini uzattı valize doğru. Valiz önce çekindi ona yaklaşmaktan. Zamanla kendini vermişti bu yabancıya. Eğer yüzü olsaydı valizin, gülümser ve utanırdı halinden. Özenle evine götürdü valizi. Hemen atmamıştı tozlu dolabın üzerine onu. Bir süre beraber vakit geçirdi valizle, valiz mutlu, valiz huzur dolu, valiz şaşkın olanlara… Kendini ilk kez böylesine işe yarar, ilk kez böylesine canlı ve böylesine var hissediyordu. Zamanın hiçbir zaman tükenmeyeceğini sanırken güneş doğuyordu. Gökyüzü öylesine parlak ve saftı ki valiz bile sevinçle süzülüyordu sokaklarda. Peşinden sürüklendiği kişiye duyduğu sevgiyi tarif edemezdi. Etmeye çalışsa kelimeler yetmez, cümleler bile taşıyamazdı anlamlarını. Mutluluk hemen yanı başında ruhunun içindeydi. Günler günleri kovalarken valiz için her şey tozpembe geliyordu. Güneş her gün doğuyor, gökyüzü her gün parlıyor ve hiçbir yere kış gelmiyordu. Mevsimler her zaman ilkbahar, radyoda çalan her şarkı en sevdiğiydi… Zaman insanı kandırabilecek şeytan ama çok güzel bir kızdı adeta. Öyle de olmuştu. İnsanı bile kandırabilen zaman valizin canına okumuştu. Her gün doğduğu sandığı güneşin bir gün batacağını hiç düşünmemişti. Tüm yolları birlikte açacağını düşündüğü o aradığı insanın daime yanında olacağını sanmıştı. Gözlerini kapattı. Tekrar açtığında ise yerleri ıslak, lambaları sönük, çöpleri kokan bir sokakta duruyordu. Tepesinden aşağı düşen yağmurlar olsaydı eğer gözyaşlarına karışırdı. Olsaydı eğer hıçkırıkları geceye uzanan günün sesine karışırdı. Olsaydı eğer kalbi kırılırdı. Belki de kırılmıştı, konuşabilseydi eğer… 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Fazla kitap okuyan bir insan degilimdir ama çok begendim başlangıç ve sonu mukemmel baglanmis