Uzaktan işitmişti yağmurun sesini… Gökyüzü başka bir yerde
kendini parçalarcasına gürlüyor; yağmur, topraktan intikamını alırcasına
yağıyordu. Onun için böyle bir gün bile güneşin keskin ışıkları altında
aydınlıktı. Her zaman gördüğü ışık hiçbir zaman dönüşmeyen karanlıktan
korkmuyor; aksine, onu da kendine benzetiyordu. Görme duyusu anlamını
yitirirken, ışığı duymak daha çekici ve daha fazla kabul edilebilirdi. Dünyanın
kirliliğini görmemek ama duymak, görmemek ama dokunmak, görmemek ama koklamak,
görmemek ama tatmak yeni bir hastalığın ilk belirtisiydi. Hastalanan kendisi
değil, sonlu dünyanın kararmış kalbiydi. Artık kendini biraz daha geriye
çekiyor, gittikçe bilinmez bir karanlığın arkasına saklanırken; söylediği acı
dolu ezgiler kötü bir koku gibi siniyordu yeryüzüne. Duymamak elde değilken
görmeyen gözlerden dökülen gözyaşları bir hıçkırığın peşine takılarak
süzülüyordu kadının yanaklarından… Her zaman hayal ettiği ışığın aslında o
kadar da parlak olmadığını, gerçekleri öylesine örttüğünü anlamak ağzında acı
bir tat bırakırken, kulakları sağır eden yok oluş çığlıklarına boğuluyordu. Hissetmek
için dokunduklarından bulaşan kirlilik tenine işliyor, damarlarından kana
karışarak tüm bedenini kaplıyor ve her saniye biraz daha kirleniyordu kadın.
engel olamadığı kirlilik sadece bedenini değil düşüncelerine de musallat
olurken oluyordu. Aldığı nefes artık temiz değildi. Göremediklerini her “algılamak”
isteyişinde biraz daha çamura batıyor, üzerinde bırakılan kullanılmışlık
hissiyle yanıp küle dönüyordu. Kendi ateşinin dumanı bile siyahtı artık. Dünyanın
atıkları bir bir “insan”ı oluştururken, “kirlenme” eylemini de yine “insan”dan
feyz alarak gerçekleştiriyordu. Kirlenmiş ellerin arasında kalan kirlenmiş
düşünceler, bir bebeğin masumluğunu bile esir alıyor; hiç acımadan en aciz
insanı bile kral yapabiliyordu. Bir soytarı gibi ortada kalan “iyiler”, “iyi”
olmanın verdiği utancı her an yaşamak zorunda kalıyorlardı. Kadın, yok olan
masumiyete ağlarken döktüğü gözyaşları bile kirli bir “an”dan geliyordu. Ağzına
dolan kum taneleri gibi acıtıyordu kadını. Sadece ağzı değildi acı çeken. Kalbi
de acıdan kanıyordu kadının. İnsanlığın geldiği son noktayı hissetmek görmekten
de beterdi onun için. Şimdi geçmişe dönüp siluet olarak hatırladığı ışığı
ararken, karanlık dünya “iyileri” yutuyor; kötüler ise tamamen özgür kalıyordu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder