14 Mayıs 2012 Pazartesi

Kötüler


Uzaktan işitmişti yağmurun sesini… Gökyüzü başka bir yerde kendini parçalarcasına gürlüyor; yağmur, topraktan intikamını alırcasına yağıyordu. Onun için böyle bir gün bile güneşin keskin ışıkları altında aydınlıktı. Her zaman gördüğü ışık hiçbir zaman dönüşmeyen karanlıktan korkmuyor; aksine, onu da kendine benzetiyordu. Görme duyusu anlamını yitirirken, ışığı duymak daha çekici ve daha fazla kabul edilebilirdi. Dünyanın kirliliğini görmemek ama duymak, görmemek ama dokunmak, görmemek ama koklamak, görmemek ama tatmak yeni bir hastalığın ilk belirtisiydi. Hastalanan kendisi değil, sonlu dünyanın kararmış kalbiydi. Artık kendini biraz daha geriye çekiyor, gittikçe bilinmez bir karanlığın arkasına saklanırken; söylediği acı dolu ezgiler kötü bir koku gibi siniyordu yeryüzüne. Duymamak elde değilken görmeyen gözlerden dökülen gözyaşları bir hıçkırığın peşine takılarak süzülüyordu kadının yanaklarından… Her zaman hayal ettiği ışığın aslında o kadar da parlak olmadığını, gerçekleri öylesine örttüğünü anlamak ağzında acı bir tat bırakırken, kulakları sağır eden yok oluş çığlıklarına boğuluyordu. Hissetmek için dokunduklarından bulaşan kirlilik tenine işliyor, damarlarından kana karışarak tüm bedenini kaplıyor ve her saniye biraz daha kirleniyordu kadın. engel olamadığı kirlilik sadece bedenini değil düşüncelerine de musallat olurken oluyordu. Aldığı nefes artık temiz değildi. Göremediklerini her “algılamak” isteyişinde biraz daha çamura batıyor, üzerinde bırakılan kullanılmışlık hissiyle yanıp küle dönüyordu. Kendi ateşinin dumanı bile siyahtı artık. Dünyanın atıkları bir bir “insan”ı oluştururken, “kirlenme” eylemini de yine “insan”dan feyz alarak gerçekleştiriyordu. Kirlenmiş ellerin arasında kalan kirlenmiş düşünceler, bir bebeğin masumluğunu bile esir alıyor; hiç acımadan en aciz insanı bile kral yapabiliyordu. Bir soytarı gibi ortada kalan “iyiler”, “iyi” olmanın verdiği utancı her an yaşamak zorunda kalıyorlardı. Kadın, yok olan masumiyete ağlarken döktüğü gözyaşları bile kirli bir “an”dan geliyordu. Ağzına dolan kum taneleri gibi acıtıyordu kadını. Sadece ağzı değildi acı çeken. Kalbi de acıdan kanıyordu kadının. İnsanlığın geldiği son noktayı hissetmek görmekten de beterdi onun için. Şimdi geçmişe dönüp siluet olarak hatırladığı ışığı ararken, karanlık dünya “iyileri” yutuyor; kötüler ise tamamen özgür kalıyordu… 

Hiç yorum yok: