Dalgalanan denizin kıyıya vurması gibi sertti yüzüne çarpan
duyguları. Elinde kalan birkaç kalp kırıklığı ve gözyaşı damlalarıydı gecenin
buhranını arttıran. Ne bir ses duyuyor ne de görüyordu çevresinde olan biteni.
Aklının almadığı sonsuz karmaşanın tek sebebiydi kalbinin isyanı. “Dur”
diyemedi bir türlü olanlara. Belki durdurursa kalbi duracak, hayata karşı yenik
düşecekti. “Aşk” en acımasız yerinden vuruyordu insanın. Kadın iki gözü iki
çeşme ağlarken; adam, sadece duygularından dolayı hissettiği pişmanlıkla
düşünüyordu ölenin ardından. “Ölüm” kadının kurtuluşu, adamın diz çöküşü, bir
masumiyetin yok oluşuydu. Kirlenmiş hislerle çıkılan bir yolda çamura bulanan
kadın, ellerini birbirine bağlamış bir şekilde hayatın “götürdüklerine” isyan
ederken; aslında ağlaması gereken duygusuzlara bir cevap veriyordu. Kimse
bilmezken bu halin nedenli bir çıkmazın içinde olduğunu, kadın bir yudum daha
aldı kenarı kırık şarap bardağından. Ağzında oluşan tadın verdiği haz, ölüme
duyduğu libidosunu kamçılıyordu. Aşkın artık ölüm yoluna girdiğini bilmesiydi
soruları cevapsız bırakan. Bağırıp çağırsa da, kırıp dökse de bir faydası
olmayacaktı. Kimse umursamayacak, kimse bilmeyecek ve en fazla birkaç gözü
yaşlı gün sonunda unutulacaktı tüm bu olanlar. Kadın önce bir bakış attı
masanın üzerinde duran tozlu aynasına. Gözleri yaşlanmış, yüzü solgun,
dudakları titrek… Gözlerinden yaşla birlikte akan makyajının verdiği kirlilik,
çaresizliğin ve yalnızlığın buluşturduğu yorgunlukla oturuyordu. Dizlerinden
dökülen eteklerinin dokunduğu bacakları titriyor, sanki o gece hiç
bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Karanlık gittikçe uzarken gökyüzünün
derinliklerine doğru yıldızlar bile artık parlamıyor, kendilerine küserek
sönüyorlardı. “Neden?” dedi kadın sesi kısılmışçasına hıçkırıklarla boğulurken.
Sigarasının dumanı yaktı önce gözünü sonra da yaşanmış anlar… Ne demişti ona?
‘Onca erkek varken neden ben?’ Kadın bilmiyordu cevabı. Eğer bilseydi yatağını
ıslatan aşkın teri olurdu, gözyaşları değil… Kafasını çevirdi telefona doğru.
Hala çalmamış, hala kimse aramamıştı. Nasıl arayacaklardı ki ölmüş bir kalbi?
Hem kalp hiç ölür mü? Onun kalbi ölüydü. Onca mutluluğun arasında bir kenara
atılmış, hiç sevilmemiş bir kalpti ölebilen. Sigarasını bırakırken küllüğe
doğruldu kadın. Daha dik oturdu güçlenmek için. Sanki güçlenirse kalbi
taşıyabilecekti tüm bu olanları. Hazmedebilecekti içinde kalanları… Ama olmadı.
Kadın ne yaptıysa olmadı. Bir türlü büyütemedi karşısındaki çocuğu.
Sigarasından son bir nefes daha aldı ve küllüğe bastırdı. Sanki tüm acısı o sigarasının
ucundaydı. Eğer söndürürse dinecek gibiydi. Yavaşça ayağa kalktı. Önce mumları
söndürdü odadaki sonra tozlu aynaya baktı biraz daha yaşlandığını görmek için.
Yavaşça çıkarken odadan geride sönmüş bir sigara, dumanlı bir gece ve bir sürü
anı kalmıştı. Kulaklarında çınlayan aynı cümle: ‘onca erkek arasında neden
ben?’ kadın hıçkırarak verdi cevabı tekrar kendisine. ‘Peki, onca kadının
arasında neden ben değil?’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder