23 Nisan 2012 Pazartesi

Bir Kadının Çiçekleri...


Tam kapatmıştı ki perdelerini, yoldan geçen bir adam gördü kadın. İnce, uzun boylu esmer bir adamdı gördüğü. Göğsü önde, başı dik, adımlarından emin yürüyordu adam. Kadın usulca izledi adamın yürüyüşünü. Gözden kaybolana kadar baktı arkasından. Heyecanına engel olamıyordu. Perdeyi kapattı, kırmızı kanepenin üzerine oturdu. Eli hala sol göğsünün üstündeydi kadının. Sessiz odanın içinde yankılanan ses, şüphesiz kalbinin çarpmasıydı. Yüzünde beliren gülümsemenin nedenini bilmeden, öylece oturuyordu kadın. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa açan çiçekleri görebiliyordu…
Ertesi gün aynı saatte pencerenin önüne gitti kadın. Biraz bekledikten sonra, uzaktan gördü adamı. Adam önceki günkü edasıyla süzülürken yolda, giydiği paltosu uçuşuyordu rüzgârın etkisiyle. Kadının kalbi hızla çarpıyor, ağzı kuruyor, elleri üşüyor ve titriyordu. Bir yabancıya karşı bu kadar yoğun hissedilebilir miydi? Adamın uzaklaşışını izledi bir süre. Gözden kaybolduktan sonra, perdeyi kapattı ve kırmızı kanepesine oturdu. Yüzünde beliren gülümsemenin nedenini bilmeden öylece oturuyordu kadın.  Uzun bir sürenin ardından, ilk defa açan çiçekleri görebiliyordu.
En sevdiği kırmızı elbisesini giymişti kadın. Pencereyi kapatmasına daha saatler vardı, yine de hazır beklemek istiyordu. Küçük aynasında yüzüne baktı. Ela gözleri ilk defa ışıl ışıl parlıyordu. İnce dudakları titredi gülümserken. Gözünü saatten alamıyor, arada bir yolu kontrol ediyordu. Saatler birbirini kovalamış ve aynı saatte kadın pencerenin önündeki yerini almıştı. İşte geliyordu. Siyah paltosu savrulurken, onun başı dik ve asildi yürüyüşü. Kadın, onu izlemeyi hiç bu kadar çok sevmemişti. Adam gözden kaybolurken, gizleyemediği gülümsemesi gözlerine yansıyordu. Adam gözden uzaklaştıktan sonra, perdeyi kapattı. Yüzünde beliren gülümsemenin nedeni bilmeden, öylece oturuyordu kadın. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa açan çiçekleri görebiliyordu.
Günler geçtikçe, kadın daha fazla bağlanıyordu bu siluete. Her gün biraz daha görmek istiyor, içinde adamın da bulunduğu bir dünya yaratıyordu kendine. Oysa ne de güzel bir dünyası vardı kadının. Kendisi ve yalnızlığıyla kurduğu kocaman bir dünya. Kendi kendine yetebilmeyi öğrendiği bir dünya. Sevginin, saygının, aşkın yaşandığı bir dünya. Kimsenin göremediği, görse belki de inanmayacağı bir dünyaydı kadının ki.  Gece yastığa koyduğunda başını, tamamen özgür olduğu bir dünyaydı. Ama artık yoktu o dünyası. Bir anda yok oluvermişti.  Şimdi bambaşkaydı her şey. Her gün gördüğü bir yüze bağlamıştı kendini. Mutlu muydu? Evet, belki de eskisinden bile daha çok. Peki, ya sonrası? Dedi kadın kendi kendine. Hep böyle uzaktan mı bakacaktı, o yüze? Karşılıksız mı kalacaktı hisleri? Kadın bunları söyledi, adam sanki hissetmişçesine çevirdi başını kadından öteye. Birden adamın gözlerini gördü kadın, kendi gözlerinin içinde. İşte o an, zaman durdu sanki. Belki de bir saniyelik bir bakıştı kadının aklını başından alan. Kadın öylece bakarken adama, adam uzaklaştı oradan.  Gözden kaybolduktan sonra, perdeyi kapattı. Yüzünde beliren gülümsemenin nedenini bilmeden öylece oturuyordu kadın. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa açan çiçekleri görebiliyordu.
Adam, her gün aynı saatte geçiyor ve artık bir bakışı esirgemiyordu kadından. Kadın, bu bakışla kendini buluyor ve kalbinin gittikçe büyüdüğünü hissediyordu. Adamın bakışları, kadının duyguları kadar netti. Artık somutlaşmalı diye düşündü kadın. Artık adamla konuşmalıydı. Yarattığı dünyanın adamla birlikte büyümesi, içinden çıkılamaz bir hal alıyordu. Kadın, her gece o bakışı hatırlıyor, o bakışa uydurduğu karakterlerle uyuyordu. Her gün adamın bir adım daha öteye geçmek için adım atacağını düşlüyordu. Günlerce düşledi kadın. Bıkmadan, usanmadan düşledi. Adamı her görüşünden sonra, perdeyi kapattı. Yüzünde beliren gülümsemenin nedenini biliyordu artık. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa çiçek bahçesi vardı kadının…
Hayat tozpembe devam ederken, kimse farkında değildi durumun. Herkesin bir hayatı, herkesin bir rüyası vardı belki de. Kimse uyanmak istemiyordu bu rüyadan. Ne zaman biri dürtse uyanmanız için, daha da sıkı sarılıyordunuz yastığa. İşte, kadında sizlerden biriydi. Hiçbir zaman fark edemedi bu gerçeği. Artık uyanması gerektiğini görememişti. Ta ki bir gün adamın artık yoldan geçmediğini görene kadar. Her zamanki gibi perdenin önünde bekliyordu kadın. Adamın gelmesine dakikalar kala almıştı yerini. Sabırla bekliyor ve adamın bakışlarını görecek olmanın heyecanını yaşıyordu. Ancak olmamıştı. Adam, oradan geçmemiş, kadına bakamamış, kadın bu bakışları görememişti. Beyninden vurulmuşa döndü kadın. Saatlerce bekledi o perdenin önünde. Ne gelen vardı ne giden. Sonra kapattı perdeyi kadın. Yüzünde beliren hüznün nedenini bilmiyordu. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa çiçekleri soluyordu.
Adam bir daha hiç geçmedi o yoldan. Kadın bir daha adamı göremedi. Ve her gün yıkıldı kurduğu o dünyası. Her gün biraz daha yalnızlaştı nedensizce. Gittikçe eskiye dönen bir dünyaya girmişti kadın. Kırmızı sandığı kanepesi, aslında siyahtı. Kırmızı sandığı elbisesi aslında, hüznün rengi olan sarıydı. Aynı saatte perdenin önüne geldi kadın. Adamın geçmeyeceğini bilerek bekledi. Sonra perdeyi kapattı. Yüzünde beliren hüznün nedenini bilmiyordu. Uzun bir sürenin ardından, ilk defa çiçek bahçesinin solduğunu görüyordu…

Bazen farkında olmadan birinin dünyası olabilirsiniz, bazen bunu isteyerek yaparsınız. Sizin ardınızdan yıkılan dünyadan geriye kalan tek şey, başka bir dünyadır. İçinde biraz hüzün, biraz gözyaşı, biraz yalnızlık, biraz pişmanlık, birazsa umut olan bir dünyadır. Belki başka bir anda, başka bir hatırada, başka bir sevgide, emin olduğunuz aşklarınızla… 

Hiç yorum yok: