Sevgili Tanrı’m,
Ben geldim kapına. Üzerimde eski bir
gömlek, yırtık bir pantolon ve sökük bir çorapla. Doğarken çıplaktım evet. Şimdiyse
dünyadan çaldığım birkaç parça kıyafetle çıkıyorum huzuruna. Biraz da yüküm var
sırtımda. Altında ezildiğim, yok olduğum yüküm. Sevgili Tanrı’m. Neydi planların
benimle ilgili? Var mıydı dünyada benim için de geniş bir yer yoksa bir toz
taneciği gibi miydim senin için? Aklımda milyonlarca soru varken cevapların
neye ait olduğunu bilemedim, affet. Bugün biraz dumanlı, biraz yasta, biraz da
yoksulum. Dipteyim Tanrı’m. En dipte belki de. Sanıyorlar ki daha beter
günlerim olacak ama bilmiyorlar. İçinde gezindiğim acıların, yaşadığım
kayboluşun en beteri olduğunu. Boş bir odada duvarlarda yankılanan inlememin
şiddetini yahut zamansız çığlıklarımı.
Tanrı’m.
Sevgili Tanrı’m. Beni gönderdiğin bu yerin daha güzel olacağını vaat etmedin
biliyorum. Affet, saçma ve çocukça bir düşünceye kapıldım. Bir kelime öğrendim
burada. İnsanlar adına “hayal” derken ben de hep kırıklıkları kaldı. Büyülü şeylerin
olacağına inanarak yaşarken gerçekten ne olduğunu anladığımda bedenime saplanan
bıçaklarla geldim. Burada insanlar çok garip. Ağızlarından dökülen sözcüklerin
anlamları öylesine farklı ki… Doğruyu bulmaya çabalarken yüzlerce yanlış yola
girdim. Çıkmaz sokaklar ahbabım oldu, bir de yalnızlıkta sığındığım senin
düşüncen. Yeni şeyler de öğrenmedim de değil. Mutlu çocukların
gülümsemelerindeki masumiyetin huzurunu gördüm bir bank köşesinde. Dans eden
bir kadının güzelliğini seyrettim biraz, biraz da müzik dinledim eski bir
radyodan. Melodisi neşeli, sözleri hüzünlü olanlardan. Yaratıcı insanlar tanıdım
bazen. Bazense iyi insanlar ve bir dost edindim kendime Tanrı’m. Yarattığın en
güzel canlı. Affet sana teşekkür etmeye gelemedim belki ama her gün düşündüm. Yeni
bir şey tanıdım dostumla. Saf iyiliği yaratmadığını düşündüğüm anda düşüverdi
kapıma. Gökyüzüne kaldırdım ve bir tebessüm patlattım sana. Görebildin mi?
Sevgili
Tanrı’m. Milyonlarca güzel anlarım burada. Bazen bir sokağın başında, bazen bir
bahçe kapısında, bazen bir deniz kıyısında. Her şeye sahibim sandım bir
anlığına da olsa. Sonra bir rüzgâr esti derinden, kara bir bulut geçti
üzerimden ve toza karıştım aniden. Tadı kaçtı dünyanın ve ne olduğunu bilmeden
tersine döndüm. Yaşlı ellerim titredi ve kızgın yağlar döküldü üzerimden. Bir başına
kaldım yağmurun altında. Gökyüzüne baktım da sana ulaşamadım Tanrı’m. Bağıra bağıra
adını söyledim bir dağın tepesinden sesimin çıkmadığını bilmeden. Yollara düştüm
gece gündüz demeden. Çaldığım kapılar ne sana uzak ne de bana yakındı. Bir kayboluşun
ortasında dımdızlak seyrettim şehri. Herkes için yaptığın planlara bakarken
biraz hüzünlendim ama hiç isyan etmedim. Bana verdiklerini hep taşıdım cebimde
ve her seferinde onlara sarıldım. Sonra dedim ki evet, herkes için bir plan
vardı ama benimki çok başkaydı. Sevgili Tanrı’m. Beni çok güzel yarattın ama
bir şey eksikti. Milyarca insanın arasına dilsiz yolladın beni. Ne ben
anlatabildim derdimi, ne de onlar anlayabildi niyetimi. Öylece bir leke yapıştı
görüntüme, sonra o leke büyüdü ve ruhuma değdi. Aynadaki görüntüm de değişmişti
artık. O ilk yolladığın çocuk eskisi gibi değildi. Umudu kırılmış, dizleri
soyulmuştu sürünmekten. Zamana direnemediği bedeni gibi solmuştu ruhu.
Sevgili
Tanrı’m. Ben geldim. Biraz ıslak, biraz küflü, biraz tükenmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder