31 Ekim 2010 Pazar

YEŞİL İHANET

Saat yedi için sözleşmiştik. Aynı evde yaşamamıza rağmen her akşam eve birlikte gitmek için birbirimize mesaj atar, bir yerde özlemle beklerdik. O gün de her zamanki gibi ona mesaj attım. Beni beklemesi için oturduğumuz apartmana iki sokak ötede ki çay bahçesine randevu verdim. Heyecanlıydım. Her gün gördüğüm yüzü tekrar göreceğim için heyecanlıydım. Yanına gitmeden önce bir çiçekçiye uğradım. Çiçekçide ki kadın otuzlu yaşlarda, sarışın ve yeşil gözlü… Yeşil gözlü… Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum…  Kadın gülümseyerek ne istediğimi sordu. Gözümü içerideki çiçeklerin üzerinde gezdirdim. O’na tanıdığım günden beri hep aynı çiçeklerden alırdım. Karanfil. Hemen kadından bir demet karanfil istedim. Kadın özenle hazırladı buketi. Arada saatime bakıyor, geç kalmamak için acele etmesini söylüyordum. Kadın karanfilleri hazırladıktan sonra uzattı. Hemen alıp oradan ayrıldım.
Saatin yedi olmasına birkaç dakika kalmıştı. İçimde bilinmeyen bir heyecan ve panik. Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum… Sebebini bilmediğim bir şekilde bu cümle yankılanıyordu her yanımda. Kendi ağzımla söylediğim bu cümle.Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum… Hızla çay bahçesine doğru ilerliyordum. Aklımdan birçok düşünceler geçiyordu. O’nun gelip gelmediğini merak ediyordum. Geldiyse ne kadardır bekliyor, gelmediyse şimdi nerededir? Terlemeye başladım. Şimdi her zamankinden daha fazla terliyordum. Saat neredeyse yedi olacaktı. Çok az kaldı. Biraz daha adımları hızlandırdım ve girişe vardım. Gözlerimle içeriyi taradım. İşte tam orada! Uzun kızıl saçlarını fark ettim. Biraz daha yaklaştım. Gördüklerime inanmak istemiyordum. Elinde bir başka adamın eli vardı. Gülüyordu. Adamı tanımıyordum. Biraz daha yaklaştım masaya, adam önce saçlarını düzeltti, yanağına dokundu ve elinin üzerine bir öpücük kondurdu. Arada saatine bakıyor, bir şeyler söylüyordu. Masalarına doğru daha hızlı yürüdüm. Hemen yanlarında durduğum anda o cümleyi duydum. Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum… Beynimden vurulmuşa döndüm. ‘Bunu nasıl yaparsın?’ Duyduğum tek cümle bu oldu. Elimdeki karanfilleri yüzüne doğru fırlattım. Koşarak oradan uzaklaşmaya çalıştım. Hemen peşimden O geliyordu. Bağırıyor, bir şeyler söylüyordu. Aklım almıyordu tüm bu olanları. Tüm hayatım az önce yok olmuştu. Nefret miydi, öfke miydi, acı mıydı, tüm bu hissettiklerim bilemiyordum. Koşarak evimize doğru ilerliyordum. Dışarısı ıslaktı. Sanki gökyüzü bir gün öncesinde benim için ağlamıştı. Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum… Hala bu lanet cümle kulaklarımda çınlıyordu. Su birikintisine basıp kaldırımdan evimizin olduğu sokağa doğru ilerledim. Gözlerimden istemsizce yaşlar boşalıyordu. Her şey yeniden oluşmaya başlıyordu. Kendimden nefret etmeye başladım. Artık apartmanın içindeyim. Koşar adım merdivenlere geldim. Hemen arkamda O. ‘Lütfen açıklamama izin ver!’
Hala açıklayacak bir şeyi olduğunu sanıyordu. Dairemizin önüne geldim ve hemen kapıyı açtım. Peşimden O geliyordu. Söylediği hiçbir kelimeyi duymak istemiyordum. Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum…
Eve girdiğim de ne yapacağımı bilemiyordum. Su… Su içmem gerektiğini düşündüm. Boğazım kuruyor, kalbim acıyordu. Gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Mutfağa doğru koştum. Peşimden geliyordu. Tezgâhın önünde tuttu kollarımdan. ‘Bir dakika dinle…’ Dinleyecek bir şey mi vardı? Her şeyi görmüştüm. Bu sefer kimseden duymadım. Kendim görmüştüm. Bir ay kadar önce arkadaşımın söylediği şeyi kendim görmüştüm şimdi. O zaman nasıl karşı çıkmıştım! ‘Hayır! O öyle bir şey asla yapmaz! İftira atıyorsun!’
İftira falan değildi. Hepsi gerçekti. O konuşuyor, bense dinlemiyordum. Şuurumu yitirdiğim an ondan kurtulmak için tezgâhta duran bıçağı elime aldım. Gelişigüzel karnına sapladım. İlk darbemle birlikte öylece kaldı. Hareketsizce ve beni tutarak bana bakıyordu. O an bir sıcaklık hissettim. Kanıyordu… Acı hissettim. Ben kanıyordum. Karnıma doğru baktım. Bıçağın açtığı kesikten kan akıyordu. Karşımda yaşlı yeşil gözleriyle bana bakan O’nu görüyordum. O an aklım başıma geldi. Tüm bu olanların tek suçlusu ben olduğumu anladım. Olan her şey en başından canlandı gözümde. Çiçekçiye gidip karanfilleri bir başka kadına vermiştim. Saat yediye kadar onunla eğlenip, başkasının yeşil gözlerine hayranlık duymuştum. Zaman daraldıkça yakalanma korkusuyla terleyip heyecanlanmıştım. Ve O geldiğinde beni başka bir kadınla görmüştü. Masadaki karanfilleri yüzüme çarptı ve evimize doğru koştu. Merdivenlerde arkadan bağıran da bendim. Eve girdiğimde onu kollarından yakalamış, her şeyi açıklamaya çalışmıştım.
Şimdi her şey ortadaydı. Boğazı kuruyup, kalbi acıyan ben değil O’ydu. Kollarında öylece kaldım. Daha fazla ayakta duramıyordum. Başım dönüyor, aklım bulanıyordu. Kollarından aşağı doğru kayıyordum. Benimle birlikte O da yıkılıyordu. Dizlerimizin üzerine aynı anda çöktük. Ben ölüyordum… Yaşlı gözleriyle bana bakıyordu. Kızgın mıydı, kırgın mıydı, acı mı çekiyordu; yoksa O da mı ölüyordu? Bunların hiç birini bilmiyordum. Ağzımı açıp bir şeyler söylemeye çalıştım. O’na ait olan bir cümleyi başkasına söylemiştim. Şimdi tekrar O’na söylemeyi denedim, olmadı. Kelimeler ağzımdan dökülmeden ruhum bedenden ayrılıyordu. Ama ben biliyordum. Yankılanmaya devam ediyordu. Senin en çok yeşil gözlerini seviyorum…

Hiç yorum yok: